Yağmurun Sesine Bak


Bir yağmur ki; günlerden çarşamba olsaydı, çarşambayı sel aldı türküsüne yakışacak bir gün olurdu. Neyse ki bugün salı. Hiç de sevmem o türküyü. "Nedense"si yok, sevmem işte. Nasıl ki sevmelerin bir nedeni yoksa, sevmemelerin de yok. Daha sürecekmiş bu yağmurlar. Kaç mevsim, kaç asır kim bilir? Yine hüzün yüklenmişler. Sahi, neden hep hüzün taşır bu yağmurlar? O kara bulutlar, neden insanların gözlerinde birikir yağmur yağdığında?

Çocukken, saatlerce pencerenin önünde oturup camlardan süzülen yağmurla, yanağımızdan süzülen yaşlar neden aynı renktir? diye düşünürdüm. Test etmek için ağlardım üstelik. Yalandan ağlamayı iyi becerirdim o yaşlarda ama gülmeyi hiç beceremezdim. Şimdilerde yalandan ağlamayı da beceremiyorum. Bir de sorarlar ya hani; "en nefret ettiğin şey nedir?" diye. "Yalan" deriz. Hiç de yüzümüz kızarmaz "yalan" derken. Ben, hiç yalan söylemedim. Nefret ettiğim şeyler sorulduğunda tabii. Hiç açılmayacak gibi, ağzı düğüm yapılan torbaları açmaktan nefret ediyorum mesela. Bu cevabı verdiğimde bön bön yüzüme bakanlar oluyor. Ekmek kesmekten de nefret ediyorum. Ne yani yalan mı söyleyeyim! "En nefret ettiğim şey yalan" mı diyeyim? Benim de o kadar çok yalanım var ki! Çoğunu kendime söylediğim. "Ben hiç yalan söylemedim ama insanlar çok yalancı kimseye inanmıyorum" diyen birine, ''yalancının cezası; kimsenin ona inanmaması değil, onun kimseye inanmamasıdır'' dediğimde yüzü karmakarışık olmuştu. Sonra genizden gelen bir sesle, "iyi laf sokuyorsun" demişti...

Daha da hızlandı yağmur. Annemin sesini getirdi kulağıma; "saatlerdir ne yapıyorsun o pencerenin önünde, sıkılmadın mı?" Saatler, isterse bu kadar hızlı geçebiliyormuş. Şimdi neden duraksadılar! Aynı şeyi yine söyleyebilir mi annem? Çarşambaya da pek bir şey kalmadı bu arada. Çarşamba olmadan bitirmeliyim bu yazıyı. Hep o türkü yüzünden! Niye takıntım var bu türküye bu kadar. İnanın, sebebi yok. Hani mazisi felan olsa? O da yok. İlk dinlediğim de sevmemiştim. Bir daha da sevemedim gitti. Sevmediğim bir de şarkı var; bir gönül vardı bende. Nasıl bir gönülmüş bu diye, merak ettim? Bu şarkıyı da ilk dinlediğimde sevmemiştim. Sevmeler de böyle değil midir? Ya baştan seversiniz ya da sevmezsiniz. Elbiseyi mesela, önce alır giyer sonra mı severiz? Kadın/erkek ilişkilerinde de böyle değil midir? Ben sevgili olayım bu adamla/kadınla, sonra severim mi? Aranızda böyle hisseden, düşünen var mı? Olan varsa, söylesin lutfen!

Yağmurun sesine bak... Her yer sırılsıklam. Caddeler, sokaklar, evler, ağaçlar, kuşlar... Şarkılar bile sırılsıklam bu gece. Gece mi dedim ben? Evet ya gece olmuş. Saat 03:03’ü gösteriyor. Ne? Hayır ya olamaz! Çarşambayı sel aldı...

5 yorum:

İlknur dedi ki...

Hesaplı yaşamak zor olsa gerek. Bir şarkı, bir elbiseyse başta seversem severim yoksa benim içinde mümkün değil sevmek. Ama söz konusu insan olunca dediğin gibi bunu hesap etmek mümkün değil.

Yüreğine sağlık
Sevgilerimle...

Zeyno dedi ki...

Sevgiler, hesapsızca ve rağmen olmalıdır, haklısın. Sonradan severim, hesap işidir...

zihni örer dedi ki...

Saatin 00.00'dan sorası Perşembe olmuştur artık, bunun böyle olacağı önceden belliydi, yani çarşambadan.
Olsun, okurken yine Çarşamba niyetine okudum.
Okurken aklıma geldi, Çarşambanın seli ile kara swevdanın selinin yıkım gücü arasında fark var mıdır?

Neyse, bu soru burda kalsın, sizin sorunuzun cevabına gelelim:

Sorunuz ve cevabı:
"Elbiseyi mesela, önce alır giyer sonra mı severiz?

Evet, önce alır kabinde bir deneriz, sonra seversek, bedelini öderiz. Bedelini ödedikten sonra sevimsiz bulursak, bir süre hatamızın cezasını çekeriz-çekmeliyiz. Bu ceza bizi uyanık tutar entropiye karşı...

Kadın/erkek ilişkilerinde de böyle değil midir? Ben sevgili olayım bu adamla/kadınla, sonra severim mi?"

Herhangibrşeyi anlamak, ona sahip olmak, ya da onunla sevgili olmak(mutluluk ortaklığı) istediğimizde, 6 duyu organımızı da sırasıyla ve yerince devreye sokarız. İlk adımı "sezgi güzü" ile atarız. Sonra diğer duyu organlarını.
Flört ve nişanlılık döneminin esprisi budur. Burada her iki yöne de gidiş-dönüş duyarlığığı eşittir.
Bakmayın hanzoların "ya benimsin ya kara toprağın" dediklerine. Biz olması gerekeni diyoruz.

Zeyno dedi ki...

@Zihni: 1) Bu yazı salı gecesi yazıldı, çarşamba değil. Niyetinize yine de teşekkürler. Gelelim sevme konusuna; önce beğenir sonra gireriz kabine, üstümüzde iyi durmayan nice elbiseleri alamadığımız için gözümüz kaldığı olmamış mıdır?

zihni örer dedi ki...

üstümüzde iyi dur(m)ayan nice elbiseleri alamadığımız için gözümüz kaldığı olmamış mıdır?

"ilk görüşte aşk" çoğunlukla gerçek zemine oturmuyor. Toy aşkları buna örnek. Daha da ilerisi, aşkın gözünü yerinden çıkarmışlar, duygularıyla görme işlemini sağlamaya çalışmışlar,
ne kadar isabvetli olur ki böyle görüşler.
Daha önce demiştim, ilk görüş, ilk anahtar gibidir. Kapıyı açmak değildir amaç, içerinin durumunu anlamaktır.
Aşk için uzaktan görmek birşeyleri ifade eder de, sevmek için biraz çaba şarttır. Onun için de elbiseyi denemek ve bedene uymayan yerlerini ilgili duyu organlarımızla, çıkıntılı-girintili yerlere uydurmak (terzininişi) sonra onun sevmeye değer olduğuna tanık olmak......


Share/Bookmark