Başlığı görünce güldünüz hepiniz biliyorum. “Hadi canım taş gibi kadın görmesek inanırdık.” dediniz. Duymadım zannetmeyin! Yazının devamını okuduğunuzda, neden böyle bir başlık kullandığımı anlayacaksınız hepiniz. Ve, “evet haklıymışsın” diyeceksiniz…
Matruşka bebekleri bilirsiniz. Barbie bebekleri de… “Hangisi taş gibi?” diye sorsam, “Barbie” diyeceksiniz. Durun bakalım!...
“Al şu çakmağı, aygazı yak” deseniz, evi yakar maazAllah. Çay bile yapmamıştır ki hayatında. Acıktığında, fast-foodla beslenir. Buzdolabını açtığınızda, içinde elleriyle pişirdiği bir çorba görmeniz mümkün değildir. Ne varsa, buz gibi dolabının dışındadır. İstemediğiniz kadar pizzacı vb. magnetlerle doludur. Barbie'nin içi de böyledir işte, buz gibidir. Açtığınızda, içinizi ısıtan sıcacık bir şey bulamazsınız. İçi boştur. Kalbi de boştur çünkü. Yokluk, yoksulluk görmemiş, soğan ekmek yememiştir. Yeri geldiğinde, çocuğunu hasta yatağında bırakıp tarlaya da gitmemiştir.
Sadece sevilsin ister Barbie, sevmeyi bilmez. Fedakarlık yapmamıştır hiç hayatında. Defterinde sadece terzi, kuaför ve güzellik salonlarının adresleri telefonları yazılıdır. Geç yatar, geç kalkar. Çünkü onun için verilen davetlerden, balolardan yorgundur daima. Çocuk doğurmak mı?! Barbie için felakettir bu. Vücudu çok önemlidir! Asla kilo almamalıdır. Bu yüzden jimnastik salonlarında geçer zamanının büyük bölümü…
Matruşka gibi sabretmeyi, beklemeyi bilmez. Kökü sağlam değildir toprağında. Hafif esen rüzgarla dağılıverir yaprakları. Matruşka, dört elle sarılıdır oysa. Sabrı, çelik zırh gibi kaplamıştır bedenini. Fırtına, boran vız gelir. Taşlaşmıştır artık acıya, sancıya. Yüreği hep yufka kalmıştır ama… Ve o yufkayla sarar sarmalar, içinde saklar sevdiklerini sıcacık. Kiminin adı Ayşe, kiminin Fatma, kiminin Hacer, Hediye, Zeynep'tir. Ben onlara Matruşka derim…