“-Birine dünyanın en önemli şeyini söylemek istesen ve sana inanmayacağını bilsen ne yapardın¿ -Denerdim, kimin inanacağını bilemezsin.” Yazacaklarıma belki bu söz anlam katar düşüncesiyle giriştim..
Hayat yazıldığı gibi yaşanmıyor, benim ne gördüğüm ya da nasıl göründüğüm, tamamen karşımdakinin görüş açısı... Bir insanı tanımak, zaman meselesi değil; an meselesidir. Ve biz, bu meseleyi bir türlü halledemedik insanla...
İnsan, başka bir insanla karşılaştığında "aslında" kendiyle karşılaşır bir anlamda... Her adımda, kendine veda eder ya da kendiyle buluşur...
Aklımla düşünmedim ben hiç... Ve kimin söylediğine değil, ne söylendiğine kulak verdim hep... Kalbin bir yaşı var mı¿ Hayatı deneyimlemek, sadece kendi yaşadığıyla mıdır insanın, yoksa etrafında yaşananların farkında olmakla mıdır¿
Ne çok şey katılır bilinçaltımıza görüp duyduklarımızla... Bu bilinç, zamanla yaşamak istediklerimize "dur!" deyip alt eder bütün duygularımızı... Sonra biz buna "tecrübe" deriz. Tiktak diye atan kalbi bir kenara bırakıp, taktikle çalışan sunî bir kalp kullanmaya başlarız...
Madde madde sıralarız önümüze "neleri yapmıyoruz" ya da "neleri yapıyoruz" diye... Maddeci olur çıkarız...En başa, önemsememeyi alırız. Çünkü önemsenmek istiyoruz ve bunun için de önemsememeliyiz... "Tepersen tapar, taparsan teper"e inandırılmış aklımız devrede çünkü ve taktikle çalışan, duygu yerine strateji plânlayan kalbimiz... Oysaki önemsenmek için önemsemeli... Ama bunu yazı diliyle değil, beden diliyle de davranışıyla da gösterebilmeli insan karşısındakine...
Oysaki, önemsediği insanla kendini ne kadar önemsediğinin ya da yok sayarak kendini de yok saydığının farkında olabilseydi insan... Hep insandan bahsettim... Farkında mısın¿
0 yorum:
Yorum Gönder